3 Mart 2025 Pazartesi

Mantık ve Duygu: İnsanın İki Zindan Arasındaki Dansı

 

Mantık…  Soğuk ve keskin, bir cerrahın neşteri gibi. Duygu… Belirsiz ve yakıcı, bir volkanın derinlerinde fokurdayan lav misali. İnsan, işte bu iki kuvvetin çatıştığı bir arenada varlığını sürdürür. Bazen aklın taş duvarlarında yankılanan soğuk gerçeklerin içinde sıkışır, bazen kalbin uçsuz bucaksız vadisinde kaybolur. Ama gerçek soru şu: İnsan dediğimiz varlık, bu iki uç arasında sıkışan bir mahkûm mudur, yoksa bu ikiliyi yöneten bir denge ustası mı?

Mantık, Sokrates’in keskin sorularıdır; incelikli, sarsıcı, kaçışı olmayan. Duygu ise Van Gogh’un fırçasıdır; deliliğin sınırlarında, kontrolsüz ama bir o kadar da anlam dolu. Descartes’in "Düşünüyorum, öyleyse varım" sözüyle kurulan akıl tapınağı, Nietzsche’nin "Beni öldürmeyen şey güçlendirir" diye haykırdığı bir duygu fırtınasında yerle bir olur. Heidegger’in ölüm bilinciyle yarattığı varoluşçu sıkıntı, bir annenin çocuğuna sarılırken hissettiği o tarifsiz sevgiyle dengelenir. Yani mantık, "neden?" diye sorarken, duygu "nasıl?" diye haykırır.

Tarih, bu çatışmanın sahnesidir. Newton bir elmanın düşüşünü matematikle açıklarken, Kafka, Gregor Samsa’nın dönüşümünü mantıkla anlatılamayacak bir iç sıkıntısına dönüştürmüştür. Günümüz insanıysa metroda giderken kulaklıklarından taşan müziğin içinde kaybolur; peki neye göre? Melodinin matematiksel düzenine mi yoksa kalbindeki çırpınışa mı?

Modern çağ, bu iki gücü birbirine düşman ilan etti. Bize "mantıklı kararlar almak için 10 adım" listeleri sundular, ama aynı zamanda sosyal medya duygusal çöküşlerin sahnesine dönüştü. Bir yanda yapay zekâ çağında her şeyi optimize etmeye çalışan insan, diğer yanda bir şiirin son dizesinde gözleri dolan bir varlık. Camus’nün dediği gibi: "Düşünmek, insanı durdurmaz; insanı başlatır." Belki de Sisifos’un kayasını mantıkla yukarı iterken, duyguyla yeniden düşmesine izin veriyoruzdur.

Ve aşk… Mantığın "hesap yap" dediği yerde, duygunun "atla!" diye haykırdığı uçurum. Shakespeare’in Romeo’su hesap kitap yapsaydı, Juliet’in balkonuna tırmanmazdı. Ama biz o tırmanışı anmasaydık, trajediye nasıl anlam katardık? Kierkegaard, "Ya/Ya Da" diyordu; seçim yapmak zorunda mıyız, yoksa ikisini de yaşamak zorunda mı?

Sonuç olarak, insanın en büyük çelişkisi belki de budur: Mantık hayatta kalmayı öğretir, duygu yaşamayı. Bir mimarın cetveli ne kadar kusursuz olursa olsun, bir evi "yuva" yapan, duvarlara sinen kahkahalar ve gözyaşlarıdır. Einstein, "Hayal gücü bilgiden daha önemlidir" derken, aslında bilginin sınırlılığını, hayalin ise özgürlüğünü vurguluyordu.

Gerçek denge, mantık ve duygunun birbirini tamamlamasıdır. Rasyonelliğin gri tonlarına, duygunun renklerini serpiştirmek… Bir filozof gibi düşünüp, bir sanatçı gibi hissetmek. Veya belki de Nietzsche’nin üstinsanı gibi: Kendi değerlerini yaratırken hem aklın ışığında hem de yüreğin gölgesinde yürümek. Çünkü insan, ne sadece bir beyin ne de yalnızca bir kalptir. O, ikisinin de dans ettiği bir labirenttir. Ve belki de bu labirentten çıkmak değil, onun içinde kaybolmak gerekir…

Mantık bize yolu gösterir, ama duygu o yolu yürüyebilmemiz için cesaret verir. Biri olmadan diğeri, bir kuşun tek kanatla uçmaya çalışması gibidir.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşlerde Yaşayanlar Derneği

Bazı insanlar yaşamak için yaşar, bazılarıysa düşlemek için. Ben ikinci gruptandım — en azından öyle sanıyordum. Ta ki, sabah uyanmalarım bi...