27 Ocak 2025 Pazartesi

Ölüm ve Ölmek



“Senden önce biz hiçbir insana ölümsüzlük vermedik. Şimdi, sen öleceksin de, senin ölümünü dört gözle bekleyen o inkârcılar dünyada ebedî mi kalacaklar?”   Enbiya/34.

Ölüm ve ölmek sözcüklerine farklı anlamlar yüklenmelidir. Ölüm geride bir şeyler bırakır. Ama ölmek unutulmaktır. İnsan da aslında en çok bundan korkar. Unutulmak. Geriye seni hatırlayacak bir varisin bile kalmaması… Ne acı değil mi? Şu günde dahi insan ölümsüzlük arayışı içinde oradan oraya sürükleniyor. Bu pek tabii insanın acizliğindendir. İnsanoğlunun sadece belli bir azınlığı ileriki nesillerin aklında kalmayı başarır. Bu başarı da çoğu zaman ağızda tanen bir tatla yüz ekşitir. Çoğunluk ise bu tattan mahrum kalır. Bunun sonucun da kolaya kaçılır ve ölümsüzlük arzulanır. Ebediyete kafayı takan insana ölüm hediyedir aslında. İnsanın geride bıraktığı bu dünyaya kalıcı eserler verme azmini tetikler. Ama bu çabalar bile boşadır çünkü zaman her şeyi siler. Ölümsüzlük arayışı insanlık tarihinde çok eskilere dayanır. Örneğin Sümerlerin efsanevi kralı Gılgamış'ın hayatını ele alalım: Gılgamış kudretli yarı tanrı bir kraldır. Halkına karşı da bir o kadar zalimdir. Halkı onu tanrılara şikayet eder. Tanrılar bunun üzerine Gılgamış’a denge olsun diye vahşi ama güçlü bir adam olan Enkidu’yu yaratır. Enkidu ve Gılgamış başta düşman gibi görünse de sonra sıkı dost olurlar ve bu dostluk Gılgamışın davranışlarını törpüler. Zaman geçer ve bu iki dost tanrıları kızdırır. Bunun küzerine öfkeli tanrılar Enkidu’yu ölümle cezalandırır. Enkidu’nun ölümü Gılgamış’ı derin bir kedere ve ölümün kaçınılmazlığıyla yüzleşmesine sebep olur. Gılgamış artık kendi ölümünden korkar olur ve tanrıların nasıl ölümsüz olduğunu bulmaya çalışır. Ancak Gılgamış başarılı olamaz ve bir kez daha ölümün kaçınılmazlığıyla yüzleşir. Destanın ana fikri ölümden korkmak yerine hayatı bize verilen ve her an alınabilecek bir hediye gibi kabul edip onu değerlendirmek olduğudur. Evet ölüm de yaşam gibi bir hediyedir bununla ilgili örnekler çoğaltılabilir. Bu çerçevede  Heidegger gibi değerli filozofların düşüncelerine de yer vermek gerekir. Heidegger der ki: ”Ölüm, insanın kendi varlığını anlaması için sürekli bir çağrıdır.” İşte zaman bu noktada önemini artırır. Ölümün varlığı insanı geliştirir. İnsana düşünmesi ve kendini geliştirmesi için bir sebep sunar. Bu sebep tabii ki ölümdür. Jean-Paul Sartre ne kadar güzel özetlemiş: "Ölüm, yaşamı biçimlendiren nihai sınırdır;” İnsanoğlu bu sınırı ne kadar aşmaya çalışırsa o kadar gelişir. Ve işte olay tam da burada başlar insanlığı kamçılayan onları düşünmeye, araştırmaya ve de geliştirmeye sevk eden yegane korku “Ölüm” dür. Antik Mısırdaki ölümsüzlük arayışının tıp bilimine katkıları, simyacıların felsefe taşı arayışları sonucunda kimyanın ortaya çıkışı, Hinduizm deki temel ölüm inanışı olan reenkarnasyonun ruh sağlığı ve etik felsefeye katkıları, rönesans dönemi sanattaki ölümsüzlük ve insan anatomisine katkıları, İslam dünyası ve ahret inancının felsefeye katkıları, yunan mitlerinin felsefi olayları desteklemesi, modern bilim, modern psikoloji ve son olarak yapay zeka. İşte bütün bu başlıkların oluşmasındaki temel neden ‘Ölümsüzlük’ tür. Ölümden bu kadar söz etmiş olmam canınızı biraz sıkmış olabilir ama temel noktayı kaçırmamalıyız işin felsefesine inmeli ve ölümün yani sonun bilinciyle hareket etmeliyiz. Tam da Nietzsche’ nin dediği gibi: "Ölüm, hayatın nihai amacı değildir; hayatın her anı, ölümün gölgesinde bir diriliş fırsatıdır." Biz insanlar olarak bu fırsatlara gözlerimizi kapamadık ve yolculuğumuza devam ettik bizi geliştiren ölümün varlığına minnetle yaklaştık ve onu bir öğretmen olarak algıladık. İşte gelişimimizi tamamladık. Ölüm duygusunu ölümsüzlükle pekiştirdik ve hayatımızı her dalda kolaylaştırdık. Bu temel pekiştirme bizi ‘İnsan’ yaptı. Ölüm psikolojisi bizi diri tuttu. Bu dirilik yaratıcılığımızı etkiledi ve insan bir birey olarak düşündü, tartıştı. Şu güne kadar insanlar kendi halklarını yaşatma çabasıyla o kadar çok icat yaptı ki bugün bile bu icatların çoğuna günlük yaşamımızda rastlamak mümkündür. Hayatta kalma dürtüsü biz insanlara bahşedilen en müthiş hediyedir. Bu dürtüyle yaşadığımız yeri, dünyayı değiştirdik ve geliştirdik. Peki insanlık ölüm ve ölüm bilinciyle nasıl başa çıktı? İlk olarak dini ve spiritüel inançlar bu sistemlerde genellikle ölümün bir son olmadığı aksine bir başlangıç olduğu betimlenir. Örnek olarak islamda ve birçok dinde de karşımıza çıkan ahret, cennet/cehennem inancı önümüze çıkar. Şamanizm gibi toplum dinlerinde ise ölüler anılır ve bu anma ile ölüler dünyası ile temasa geçilmiş olunur. İkinci olarak da felsefi yaklaşımlardan söz edilebilir. Örneğin ölümün anlamı üzerine yapılan felsefi tartışmalar aynı zamanda bireysel varoluşun anlamını sorgulama imkanını da bize sağlamıştır. Metin de de bahsettiğim gibi Heidegger ve Sartre gibi filozoflar, ölümün insanın varoluşunu anlamlandırmada bir çağrı olduğunu ve ölüm bilincinin insanı daha derin düşünmeye sevk ettiğini savunur. Buna Epikür’ ün ölüm hakkındaki görüşlerini de eklemeliyiz. Epikür, ölümün bize zarar veremeyeceğini çünkü ölümün bizim için var olmadığını ve sadece bir ‘yokluk’ olduğunu belirtir. Bu düşünce ölüm korkusunun azaltılmasına yardımcı olabilir. Üçüncü olarak kültürel ve sanatsal bağlantılar ele alınabilir. Tabii ki “Hamlet” ten bahstmemek olmaz. Shakespeare’in “Hamlet” gibi eserlerinde ölümün kaçınılmazlığı ve yaşamın anlamı sorgulanır. İnsanları ölümle yüzleşmeye ve hayatlarını daha anlamlı daha doğru yaşamaya sevk eder. Keza mimari ve heykelcilikte hemen hemen aynı işlevdedir. Toplum hafızasını diri tutar. Örnek olarak Çanakkale Şehitleri Anıtı verilebilir. Dördüncü madde de ise psikoloji ve bilim vardır. Psikolojik teknikler insanın ölümle yüzleşmesi konusunda etkili bir tutum olabilir. Modern bilim ve teknolojide ise durum biraz farklı olarak etik ve pratikte sorunlar oluşturur. Örnek olarak insanların klonlanması veya genetik değişiklikler verilebilir. Son olarak kendi kültürel ve bireysel deneyimlerimizi ele alabiliriz. Ölümle başa çıkmada farkındalıklarımızı keşfederek içinde bulunduğumuz topluma ve toplum kültürüne iyi veya kötü –ki bu önemsizdir- katkı sağlar. Bu katkılarla birey ve sonuç olarak toplum kendi farkındalık anlayışını geliştirir. Bütün bu anlatımlarım sonucunda insanın bir birey olarak eskiden beri süregelen ölümsüzlük arayışının kendi öz bilincini ve yaşamı kendi isteği üzerine yontmasını sağlamış ve yine bunun sonucun da insan ölüm konusundaki fikri ve vicdani duygularını sağlamlaştırmak için yeni düşünce sistemleri icat etmiş ve bu sistemleri zaman içinde geliştirerek ona verilen ölüm hediyesini iyi veya kötü kullanmıştır. Bu insanlığın manivela etkisidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşlerde Yaşayanlar Derneği

Bazı insanlar yaşamak için yaşar, bazılarıysa düşlemek için. Ben ikinci gruptandım — en azından öyle sanıyordum. Ta ki, sabah uyanmalarım bi...