5 Mart 2025 Çarşamba

Bağ Kurmadan Öğüt Vermek veya İnsanlık Tiyatrosunda Bir Figüran Olmak

Hocamla oturmuş, sıcak bir sohbette dilimizi yalama yapıp dertleşiyorduk. Konu neydi? Bilmiyorum. Belki hayat, belki ölüm, belki de marketteki domateslerin fiyatı. Önemli olan, o anki samimiyetin içinde kaybolmuş iki insanın birbirine attığı bakışlardı. Ta ki sahneye bir "hayat koçu" çıkana kadar. Tanımadığım, adını bile duymadığım biri, ansızın sohbetimize bir hançer gibi saplandı. Suratında “Ben bilirim” yazan bir ifade, sesinde ise vaaz veren bir imam edası. İlk anda kendimi bir tiyatro oyununda sanıp, “Acaba hangi perdedeyiz?” diye düşündüm. Meğer oyun, insanın haddini bilmezliği üzerineymiş. 

Adam öyle bir üslup kullanıyordu ki, sanki elinde görünmez bir megafon vardı ve her cümlesiyle beni “ruhsal çölüme” su serpiyordu. İçimde kabaran öfke, kibrimden değil, bu samimiyet taklidinin yarattığı tiksintiden geliyordu. Çünkü nasihat, ancak birbirine değen iki ruhun arasında yankılanırsa anlamlı olur. Yoksa havada sallanan bir yumruk gibi, sadece savurursun. Hocamın sözleri, tencerede yavaş pişen bir yahninin kokusu gibi odada dolanırken; bu zat-ı muhteremin cümleleri, mikrodalgada ısıtılmış dondurma gibiydi: Dışı sıcak, içi buz. 

Belki de en trajikomik an, yüzümde donan ifadeyi hocamın yanlış yorumlamasından korktuğum andı. “Acaba hocam, bu suratı ona mı yapıyorum sanacak?” diye içimden geçirdim. Oysa gerçekten değer verdiğim insanların sözleri, bazen bir bıçak gibi kesse de, yarasına merhem olmayı bilirim. Ama sokaktan geçen biri gelip de “Senin şu yaranı şöyle dikmelisin” derse, insan ister istemez ceketinin yakasını kaldırıp savunmaya geçer. 

Bu olay bana şunu öğretti: İnsanlar, çoğu zaman “doğru”yu söylemekle “iyi”yi yapmayı karıştırıyor. Karşındakine bir şey anlatmak için önce onun soluduğu havayı içine çekmelisin. Yoksa sözlerin, rüzgârda savrulan bir toz bulutu gibi göze batar, göz yaşartır. Neden herkes birbirine çare olma derdinde? Belki de hepimiz, görünmez bir sahnede “bilge” rolünü oynayarak kendi varoluşumuzu kanıtlama telaşındayız. Oysa gerçek diyalog, iki çocuğun kumda oynadığı oyun gibidir: Kuralları yoktur, amacı sadece oyundur. 

Şimdi düşünüyorum da, belki o kişi iyi niyetle gelmişti. Ama iyi niyet, tıpkı parfüm gibidir: Fazlası boğar. İleride biri bana “Hayat dersi” vermeye kalkarsa, belki ona bir kahve ısmarlayıp, “Önce şu kahvenin tadına bakalım, sonra hayatımı düzeltirsin,” derim. Çünkü insan, ancak aynı kırık masada oturduğunda görür karşısındakinin gözlerindeki çatlakları. Yoksa attığın her nasihat, boşluğa atılan bir çığlık gibi kaybolur. 

Son sözüm şu: Hayat, kimsenin öğüt vermeyecek kadar mükemmel olmadığı bir komedi. Belki de hepimiz, birbirimize “poz verirken” aslında kendi eksiklerimizi örtbas etmeye çalışıyoruz. Ama unutmayalım; gerçek iletişim, ancak megafonu yere bırakıp, kulakları açtığında başlar. Gerisi, sadece yankı...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşlerde Yaşayanlar Derneği

Bazı insanlar yaşamak için yaşar, bazılarıysa düşlemek için. Ben ikinci gruptandım — en azından öyle sanıyordum. Ta ki, sabah uyanmalarım bi...