Devlet malı deniz, yemeyen domuz... Peki ya biz? Yemediğimiz kesin, ama domuz olup olmadığımız ise tartışılır. Belki de biz, açlıktan hınzırlaşmış bir nesiliz. Adaletin terazisi bozuk, bizi hep eksi bakiye gösteriyor. “Yok mu devlet aşından bir lokma bize de?” diye soruyoruz, ama cevap gelmiyor. Meğer devletin aşı, sadece özel davetle dağıtılan bir ziyafet sofrasıymış. O sofrada yer kapabilmek için ya doğuştan torpilli olacaksın ya da ‘görev dolayısıyla’ Londra’da, Paris’te semireceksin. Bizim görevimiz mi? Tabii ki 'çalışmadan zengin olanları alkışlamak'!
Bakınız,
bizler varız. Ama bizden bahseden yok. Pasaportlarda adımız geçmez, vizelerde
karşılık bulmayız. Çünkü pasaport dediğin, paranın deri ciltlisi. Paran yoksa,
kimliğin bile geçersiz sayılır. Zaten pasaporta ne hacet? Sınırları açsalar da
biz çıkamayız; çünkü "gidenin yerine koyacak birini bulmak lazım"
diyenler var. Onlar için biz istatistikten ibaretiz, bir grafik eğrisinin düşüş
kısmında kaybolmuş birkaç rakam. Halbuki biz insanız, yahu! En azından, insan
olduğumuzu düşünüyoruz.
Ama
tatilimiz kuru bir göl, çorak bir toprak... Güneşin altında, çatlamış asfaltın
kenarında gölgelenmeye çalışıyoruz. Üzerimizde güneşin alnında eriyen
hayallerimiz, altımızda oturduğumuz taş kadar sert bir kader. Kusura bakmayın,
sizinki can da bizimki patlıcan mı? İnanın, patlıcan olsak bile en azından
közlenirdik, biraz lezzetimiz olurdu. Ama biz çiğ kalmışız, pişmemişiz, soğuk
sofraya bile layık görülmemişiz.
Öyle bir
noktaya geldik ki, artık çatal bıçak sesleri arasında sessizliği dinliyoruz.
Birilerinin ‘tabakları silip süpürmesini’ izlemek bizim bayramımız oldu. Kendi
payımıza düşeni beklerken, masanın altında kırıntılara razı olmuş bir nesle
dönüştük. Çünkü hepimiz biliyoruz, pastanın tamamını yiyenler için biz sadece
bir fondan ibaretiz.
Ve bu
hikâyede en komik olan ne biliyor musunuz? Biz gülüyoruz. Kara mizah çaresizlerin silahıdır. Öyle
bir gülüyoruz ki, dişlerimizin arasındaki açlığı bile görmüyorlar. Bizim
sessizliğimiz, onların en büyük zaferi. Ama bir gün, o kahkahalarımız öyle bir
yükselecek ki, sofradaki bardakları titretecek. O zaman göreceğiz, devlet malı
deniz miymiş, yoksa sadece belli başlı yüzücülerin havuzu muymuş?
Bekleyin,
bir lokma bile düşmese, bir gün masayı biz kuracağız. Ve o gün, çatal bıçakları
sessizce değil, hak ettiğimiz gibi
tokuşturacağız.
Meşhur bir
laf vardır,
"Devlet malı deniz, yemeyen domuz" diye.
Yok mu devlet aşından bir lokma bize de?
İsimlerimiz geçmez hiç, pasaportlarda vize de.
Sizler tabii, görev dolayısıyla,
Londra’da, Paris’te…
Bizim tatilimizse,
Kurak, çorak bir toprak, kuru bir göl mü?
Kusura bakmayın,
Sizinki can da, bizimki patlıcan mı?
- Nejat
Uygur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder