24 Şubat 2025 Pazartesi

Bit Pazarında Satılmayan Ruhlar


Bit pazarına düşen yalnızca eski eşyalar mı, yoksa kaybolmuş hikâyeler, eskimiş insanlar da mı burada bir köşeye sıkışıp kalıyor? Kim bilir… Belki de bir zamanlar değerli olan her şey, zamanı geldiğinde buraya sürüklenmeye mahkûmdur. İşte bir gün ben de kendimi bu pazarlardan birinde buldum. Raflara dizilmiş tozlu kitaplar, kapağı çizik kasetler, bir zamanlar birilerinin vazgeçilmezi olan fakat şimdi unutulmuş eşyalar… Hepsi burada, yeni bir sahibini bekliyor. Ama gerçekten bekliyorlar mı, yoksa sadece zamanın akışına teslim mi olmuşlar? Bunu bilmiyorum.
  Bir plak aldım elime. Üzerindeki yazı silinmiş, kapağı sararmış… “Tam Fatihlik,” dedim içimden. Fatih, benim arkadaşım. Eski şeyleri sever. Fakat pazarcı adam, yüzüme bile bakmadan, sanki zihnimin içini okuyormuş gibi “Boş boş muhabbetler,” diye homurdandı. Gerçekten mi söyledi, yoksa ben mi öyle sandım, emin olamadım. Belki de yıllardır burada olmanın, insanı bir iç sese dönüştüren o sessiz çürümüşlükle bir ilgisi vardı. Ne fark eder ki? Sonuçta burada insanlar gelip gidiyor, eşyalar eller değiştiriyor ama bazı şeyler sabit kalıyor: Yorgunluk, belirsizlik, biraz da umut. Sonra ikinci el kıyafet satan bir dükkâna girdim. Duvara kazınmış bir çarpı işareti gördüm. “Bu ne?” diye sordum. Pazarcı adam iç geçirdi. “Dükkân yıkılacak,” dedi. Kiraya 4000 TL veriyormuş. Satılan eşyaların toplam değeri bile bu kadar etmiyordur muhtemelen. “Buraya gelenler zengin olmaz, hayatta kalmaya çalışır,” diye ekledi. Haklıydı. Bit pazarında zenginlik, birikim yapmak değil; günü kurtarmaktı. Pazarcıların yüzlerinde, eski eşyaların üzerindeki toz gibi bir yorgunluk vardı. Bir zamanlar yeni, parlak ve umut dolu olan insanlar, şimdi bu pazarda, eski bir radyo gibi kenara konmuş, belki tekrar keşfedilmeyi bekleyen, belki de unutulmuş şeyler gibi duruyorlardı. Ama burada asıl ilginç olan şu: İnsanlar eski eşyalar alıyordu ama esnafın kendisi de eskimişti. Zaman sadece satılan kitapların sayfalarını değil, onların yüz çizgilerini de sarartmıştı. Bit pazarları, yalnızca eşyaların değil, hayatın da hurdaya çıktığı yerlerdi. Modern dünyanın unuttuğu, gözden çıkardığı ne varsa burada ikinci bir şans arıyordu. Ama bir pazarcının dediği gibi: “Buraya düşen bir daha kolay kolay çıkamaz.” O bunu eşyalar için mi söyledi, yoksa insanlar için mi? İşte onu sormaya cesaret edemedim. Belki de bit pazarına düşmek, sadece bir şeyleri almak ya da satmak değil, o şeylerin bir parçası olmaktı. Kim bilir, bugün burada gezinen bizler de yarın bir köşede satılacak eski bir kitabın, unutulmuş bir mektubun ya da kırık bir çerçevenin hatırasına dönüşebiliriz. Çünkü hayat da bir tür ikinci el pazarı değil midir? Belki de hepimiz, bir gün, bir başkasının anılarında tozlanmış bir kaset, rengi solmuş bir fotoğraf ya da bir duvarın dibine çizilmiş çarpı işareti gibi kalacağız…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşlerde Yaşayanlar Derneği

Bazı insanlar yaşamak için yaşar, bazılarıysa düşlemek için. Ben ikinci gruptandım — en azından öyle sanıyordum. Ta ki, sabah uyanmalarım bi...