El-Kindî’nin belirttiği gibi, duyu ve akıl arasında bir köprü görevi gören aracı güçler vardır. Bu noktada tasarlama gücü devreye girer. Duyu organlarımız bize maddi dünyanın bir yansımasını sunarken, tasarlama gücü bu bilgileri soyut bir forma dönüştürerek içsel anlamlar kazandırır. Tasarlama gücü, maddeye bağımlı duyuların sunduğundan daha net ve sağlıklı verilere ulaşabilir. Belki de bu yüzden rüyalarımız bazen uyanık haldeyken fark edemediğimiz gerçekleri bize sezgisel olarak sunar.
Rüya, El-Kindî’ye göre nefsin düşünceyi kullanıp duyuyu devre dışı bırakmasıdır. Bunu modern psikoloji ile ilişkilendirirsek, rüya görme sürecinin bilinçaltındaki bilgilerin işlenmesiyle bağlantılı olduğu söylenebilir. Ancak El-Kindî’nin yaklaşımı çok daha metafizik bir zeminde duruyor. Ona göre nefis, canlı, uyanık ve bilgili bir cevherdir. Bu bakış açısı, insanın yalnızca fiziksel bir varlık olmadığı, bilinç düzeyinin ötesinde derin bir öz taşıdığı fikrini destekler.
Rüyanın mahiyeti konusunda en dikkat çekici noktalardan biri de yorum meselesidir. Eğer rüyadaki bir unsur gerçekliğe uygun düşüyorsa, bu bir sembol ve yorumdur. Gerçekle çelişen rüyalar ise çoğu zaman zıddına delalet eder. Günlük hayatta gördüğümüz rüyaların bazen tam tersi anlamlar taşıdığı gerçeği, eski zamanlardan beri insanlığın üzerinde düşündüğü bir konu olmuştur. Belki de rüyalar, nefsimizin bir tür uyarısı, bir metafor aracılığıyla bize seslenme biçimidir.
Burada şu soru akla geliyor: Eğer uyku, duyuları susturup aklı ve tasarlama gücünü devreye sokan bir süreçse, o halde uyanıklık hâlinde gördüğümüz dünya ne kadar gerçektir? Rüyalarımız mı sembollerle dolu, yoksa biz uyanık hâlde bile bir rüyanın içinde miyiz? El-Kindî’nin rüya ve nefis hakkındaki görüşleri, sadece uyku hâlinde değil, uyanıkken de varlığımızın doğasını sorgulamamız gerektiğini gösteriyor. Zira belki de gerçek uyanıklık, duyuların değil, nefsin en berrak hâliyle kendini kavramasıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder