Bu sorunun en güçlü cevabını Jean-Jacques Rousseau’da buldum. Onun Topl
um Sözleşmesi, sadece bir siyaset kuramı değil; özgürlüğün felsefi haritasıdır. Modern uygarlığın kalbindeki paradoksu cesurca ortaya koyar: İnsan, medeniyetle birlikte pek çok şeyi kazanmıştır; ama en temel olanı, özgürlüğünü yitirmiştir. Artık doğanın içindeki özgür birey değiliz; sistemin, mülkiyetin, görünmeyen kuralların bir parçasıyız.
Ve ne kadar “medeniyet” inşa ettiysek, o kadar da bağımlılaştık; başkalarının onayına, sistemin devamına, yapay mutluluklara... Ancak Rousseau burada pes etmez. “İnsan özgür doğar, ama her yerde zincire vurulmuştur,” derken bir isyan değil, bir davet sunar: Zincirlerden kurtulmak mümkündür. Ama bu, bireysel arzulara değil, ortak yarara dayalı bir bilinçle olur.
İşte burada Rousseau’nun en çarpıcı kavramı devreye girer: *Genel irade.* Bu, bireylerin yalnızca kendisi için değil, toplumun bütünü için düşündüğü bir bilinç hâlidir. Ve bu bilinç, bir “toplum sözleşmesi” ile kurulur. Bu sözleşme, bir boyun eğme değil; daha yüksek bir özgürlük seviyesine geçiştir. Artık birey sadece “ben” değil, aynı zamanda “biz”dir. Otorite, dışsal bir baskı değil, içsel bir sorumluluk hâline gelir.
Benim özgürlük anlayışım işte burada başlıyor. Otorite, halkın bilinçli ve ortak düşüncesiyle şekilleniyorsa özgürlüğü tehdit etmez; bilakis onu örgütler. Fakat bu denge kırılgandır. Eğer halk düşünmeyi bırakırsa, eğer insanlar sadece “yönetilmek” isterse, o sözleşme yozlaşır. Otorite, artık bir köprü değil, bir kafes olur.
O nedenle, ben özgürlüğü sadece bir hak olarak değil, düşünceyle yoğrulmuş bir yaşam biçimi olarak görüyorum. İnsanlara sadece “oy ver” demek yetmez; “düşün, tartış, üret, sorgula” demek gerekir. Düşlediğim “felsefi belde”de herkes bir düşünürdür. Her birey, hem kendine hem topluma karşı sorumluluk hisseder. Ve işte bu yüzden “Yeni Filozoflar Çağı”, seçkinlerin değil, halkın içinden doğan bilinçli bireylerin çağıdır.
Rousseau’nun çağrısını bugün yeniden duymalıyız. Yasaları korkudan değil, sevgiden; sözleşmeleri kâğıda değil, vicdana yazmalıyız. Çünkü özgürlük, sadece sahip olunan bir şey değil; taşınan, sorumlulukla büyütülen bir değerdir.
Bu Düşüncenin Yankıları: Doğu ve Batı’da Özgürlük
Rousseau’nun düşünceleri ne tekil ne de mutlak... Onunla benzer çizgide yürüyen birçok düşünür var. Doğu’da, özellikle İslam filozofları arasında özgürlük ve toplum ilişkisini sorgulayan derin düşünürlerle karşılaşırız.
Farabi, ideal bir toplumun ancak erdemli bireylerle kurulabileceğini savunurken, 'erdemli toplumun lideri' nin filozof olması gerektiğini vurgular. Otoriteyi sadece siyasi bir güç değil, aynı zamanda düşünsel bir rehberlik olarak görür. Bu, Rousseau’nun genel irade kavramıyla benzer bir noktada buluşur: Toplumun yönetimi, halkın ortak aklının yansıması olmalıdır.
İbn Rüşd, akıl ve inancı birleştirmeye çalışırken, bireyin düşünsel özgürlüğünü kutsar. Ona göre, insan aklı Tanrı’nın bir yansımasıdır ve bu aklı kullanmak bir ibadettir. Dolayısıyla düşünmek, özgürlüğün ta kendisidir.
Mevlana ise özgürlüğü daha içsel bir düzlemde yorumlar: “Hamdım, piştim, yandım.” Bu söz, bir bireyin içsel dönüşüm yolculuğunu anlatır. Gerçek özgürlük, kişinin kendini tanımasıyla başlar. Zincirler bazen dışarıda değil, içeridedir.
Batı’da ise Kant, Rousseau’ya paralel bir özgürlük anlayışı geliştirir. Ona göre özgürlük, bireyin kendi aklıyla hareket edebilmesidir. “Aydınlanma, insanın kendi aklını kullanmaya cesaret etmesidir.” der. Yani özgürlük, dışsal bir durumdan çok, içsel bir duruştur.
Hegel, özgürlüğü tarihsel bir süreç olarak görür. Ona göre birey, toplumsal yapı içinde özgürlüğünü keşfeder. Bu, Rousseau’nun “bireyin özgürlüğü, toplumla birlikte gelişir” düşüncesini yankılar.
Son Söz: Düşünce Özgürleşmeden, Hiçbir Şey Özgürleşmez
Bugün, eğer yeni bir çağ başlatmak istiyorsak, bu çağ filozofların, sanatçıların ya da seçkinlerin değil; düşünen halkın çağı olmalıdır. Yeni Filozoflar Çağı, herkesin içinde bir düşünür doğurur. Herkes, sadece seçme hakkına değil; düşünme, sorgulama ve yeniden inşa etme sorumluluğuna da sahip olmalıdır.
Çünkü özgürlük, düşünceyle başlar. Ve düşünce özgürleştiğinde, otorite bir duvar değil, bir köprü olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder